5 Nisan 2012 Perşembe

Felaketler Çağı ve Uzatmaları Oynayan Kapitalizm

Dünya dendiğinde artık akla “felaketler” geliyor. Bir zamanlar felaket dendiğinde akla kıyamet gelir ve bu herkeste endişeli bir beklenti yaratırdı. Ama şimdi beklemeye gerek kalmadı; insanlar her an bir felaket ile kuşatılmış olduğu hissine kapıldılar. İçinde bulunduğumuz günlerde şaşkınlık verici kuraklık bile herkesi “acaba” diye düşündürmeye yetiyor. Çünkü felaketlerin başında küresel iklim değişikliklerı, ısınma, sera etkisi, kutupyarda buzulların çözülmesi, denizlerin ısınması ve seviyesinin yükselmesi; engin okyanuslarda ada ülkelerin suların altında kalmasına ramak kalması, vs.
Küresel olması da gerekmiyor felaketlerin tüm dünyaya korku salmaya yetmesi için. Tüm dünyayılar, geçenlerde Japonya’da meydana gelen nükleer felaket ile sarsıldı. Ama  1984’te 18.000 ölü ve 150.000 yarıya neden olan Hindistan’da Bhopal’de ABD’li böcek ilacı fabrikasının yol açtığı felaketi mağdurların isyanı ile gündeme gelmese belki hepten unutulacaktı.
Belki de bütün bu olup bitenler insanları belki de yaşanan en büyük felaketi, günümüz küresel ekonomik bunalımı günlük sıradan olay haline getirdi. Sanki bunan pek uzak sayılmayacak dönemde yine endüstrileşmiş sanayi ülkelerinde yaşanan benzer bunalımlar insanları derinden etkilemiş, acık çektirmiş, süründürmüş, zengin fakir ayırt etmeksizin hayatını alt üst etmemiş gibe insanlar bunu normal bir gelişme gibi karşılıyor.
Gerçekten anlamak mümkün değil; oysa uzmanlar açık yüreklilikle uyarıyorlar ve “insanların 3-5 yıllık gelecekleri ipotek altına alındı" bu böyle devam etmez sözleri hiç umursanmıyor.
Türkiye için yapılan bu uyarı gerçekte bugün yaşanan bunalımın özetini anlatıyor: sermayenin kendini yenileyememesi. Bu şu demek: sermayedarların elinde muazzam servetler birikiyor. Zengin giderek daha zengin oluyor. Ama bunun elde tutulması mümkün değil; mutlaka yatırıma yönelmeli ve sermayedar elindeki parayı her seferinde daha da büyüterek varlığını korumalı.
Ama her seferinde daha fazla yatırım yapılması ve bu yatırımlar sonucu elde edilen ürünlerin satılması gerek; yeniden paraya dönüştürülmesi için. Ama bir noktada bunu yapmak mümkün olmuyor. Halkın ortalama gelir düzeyi bu ürünleri satın almaya yetmiyor. O zaman ürünler elde kalıyor, fabrika ambarlarında habire birikiyor.
Bundan önceki dönemde gelinen bu aşamada bunalım bu aşamada patlak vermiş, üretilen ürünler depolarda çürümüş, çürüyen ve kullanılamaz ürünler denize dökülmüş ama halk giderek karnını doyuracak ekmek bile bulamaz hale gelmiş ve yardım kuruluşlarının dağıttığı günde bir öğün çorba ile yetinmek durumunda kalmıştı.
Kapitalizm uzatmaları oynuyor 
Günümüzde ise durum bundan farklı görünüyor. Kapitalist işleyiş içinde bugün yakından bildiğimiz ve tüm piyasayı eline almış bankacılık ve kredi piyasasının finans – kapital işbirliği biçimende zaman içinde gelişimi yaşanıyor. Finans piyasası, sermayenin yeniden üretiminde çok ilginç bir boyut getiriyor: zamana yayma. Bu öylesine etkili oluyor ki, zaman içinde artık sermaye (sanayi sermayesi) bir anlamda ortağı niteliğindeki finans sermayesinin boyunduğuru altına giriyor veya onunla bütünleşiyor.
Şimdi tekrar başa dönerek bir bilen tarafından sözü edilen ve yaşanan bunalımı özetlediği belirtilen “insanların 3-5 yıllık geleceklerinin ipotek altına alınması” finans sisteminin işleyişini çok açık gösteriyor. Gerçekte bu durum, finans piyasası sayesinde bugün ortaya çıkan bunalımın 3-5 sene ötelenmesinden başka bir şey değil.
Kuşkusuz bu durum, Türkiye için geçerli. Esas itibarı ile de, araç piyasasındaki durumu yansıtan bir gerçek. Türkiye için geçerli denmesinin nedeni, Türkiye’de finans piyasasının henüz tam gelişmediğine vurgu yapmak için. Yoksa bu, örneğin piyasa hacminin önemli bir kesimini oluşturması bakımından araç piyasası için en az 10, ama konut piyasası için 10 ve üzerinde süre ile insanların geleceği ipotek altına alınmış oluyor.
İpotek ile ilgili halkın durumunu yansıtan bu açıklama, doğru olmakla birlikte, gerçeği tam anlamıyla açıklamıyor; bunun anlamı artık insanlara gelecek 3-5 yıl içinde hiçbir şey satamayacaksınız, bu piyasa için tam felaket olacak uyarısı yapılıyor.
Hatırlardadır; ABD’de birkaç yıl önce ilk defa konut sektöründe kopan bunalım da yine böyle bir ötelenme ile bağlantılıydı. Bugünden bakarak geride kalan tüm 21. yüzyıl boyunca kapitalizmin bunalım içinde olduğu ve bu çıkmazın sürgit derinleştiğini söylemek mümkün. Konut piyasası bunu çok açık gösterdi: bu ülkede finans piyasası öylesine ayrıntılı ve öylesine yaygın işletiliyordu ki, ekonomi tüm insanları başta konut ve lüks araç olmak üzere, bir başka biçimde kesinlikle satın alamayacakları ürünlere ulaştırmayı başarmıştı.
Ama bu yetmedi. İpotek sistemi insanlara her imkanı açmakla birlikte, bunun da bir gelip dayandığı duvar vardı ve bu duvar da insanların uzun yıllar; on veya yirmi yıl süre ile düzenli geri ödeme yapmalarını gerektiriyordu ve böyle bir kredibiliteye sahip insanlar artık tükenmişti. Bunun üzerine, normalde bir banka kredisi almaya hak kazanacak gelir düzeyi ve geri ödeme gücü olmayan insanlara gelmişti sıra. Finans sistemi belki de kapitalizmin başvurduğu son çarelerden biri olarak bu tür insanlar için kredi musluklarını açmaya başladı; üstelik üstlenilen risk karşılığı kredi faizlerinde belli bir artık karşılığında.
Tabii ki bu bile bile ladek demekti ve kısa süre içinde çıkmaza girdi. Bu çıkmaz bu ülkede öylesine yayıldı ki, önceki büyük bunalım döneminde evsiz barksız insanlara ev sağlamak için kurulmuş konut yardımı kuruluşlarını bile batağa sürükledi ve yok olmalarına neden oldu.
Yüzünü mazlum halklara çeviren kapitalizm
“Kapitalizm her zaman bir açmaz ile karşı karşıyadır” der R. Lüksemburg birinci dünya savaşı günlerinde. Ona göre, “kapitalizm ya sosyalizme geçit verecek, yada barbarlığa dönüşecektir”.
İşte ABD’de bu yüzyılın başlarında konut krizinden sonra olan da buydu. Kapitalizm içeride çıkmaza girmiş, kendi ulusal sınırları içinde tıkanıp kaldığı her seferinde yaptığı gibi, savaş sanayisine yol açarak biraz olsun nefes almak için Irak, Afganistan, vs. gibi ülkelere saldırılara geçmişti.
Daha genel bir çerçeveden bakıldığında kapitalizm gerçekte bir yok oluş ve küllerinen yeniden doğuş anlamına geliyor bir bakıma.  Geçen yüzyılın başında, yani 1900’lü yıllr itibarı ile içerde bunalıma girdiğinde, bu zefer uluslararası düzeyde uygulamaya soktuğu emperyalist politikalar ile ayakta kalmasını bilecekti. Bu politika 19. yüzyılın ilk çeyreğinde de 1. Dünya Savaşı ile sonuçlanacaktı. Ne de olsa sermayeni dini imanı olmadığı gibi Allahı da yoktu.
Nitekim bu savaşta 19. yüzyılın bütün kazanımları, bir anda savaşın alevlerinde yok olurken, Nazi barbarlığı, insanlık tarihinin o zamana kadar hiç tanımadığı vahşeti yaşatacaktır insanlığa. Dünya savaşları, gerçekte kapitalizmin ciddi bunalımın ne denli vahşete dönüşebileceğine kanıttır. Kapitalizmin felaketler çağını simgeleyen 1914 -1945 yılları, komünizm, faşizm ve ABD’nin Yeni Düzen’ine tanıklık edecektir. Nasıl Kapitalizm, geçmişte dibe vurduğu noktadan sonra, Hitler gibilerini yaratmışsa, bugün de ABD yöneticilerini insanlığın başına bela etmiştir. Kapitalist bunalımlar yüzünden art arda çıkan dünya savaşları milyonlarca masum insanın hayatına mal olmuştu. Şimdi şimdi dünya tam bir barut fıçısı üzerine oturtulmuştur ve aynı çapta bir felaket bu sefer insanlığın sonu olabilir.
Birinci dünya savaşı, İngiliz ve Alman emperyalizmin arasındaki kavga sonucu çıktı. İkinci dünya savaşı, gözü dönmüş kapitalizmin felaketlerden ders almadığını kanıtladı. Günümüzde de insanlığı aynı tehlike bekliyor.
Çünkü bu çağın birinci dönemi 1945’te bitti, ama ardından bir yenisinin gelmesi gecikmedi. İçinde bulunduğumuz dönem, ilkini aratmayacak düzeyde korkunç sahnelerle dolu. Öyle anlaşılıyor ki, 19. yüzyılda olduğundan farklı biçimde 20. yüzyıl ve sonrasında, art arda tekrarlanan bunalımlar kapitalizmi yok olmanın eşiğine getirecek. Felaketler çağında savaşların vahşeti ve sefalete yol açan tahribatı, kendini tüm Vladivostok’tan Ren sahillerine kadar kapitalizmin sıfırı tüketmesi ile sonuçlanmıştı. Avrupa ana karasının geri kalan kısmı, ABD’nin suni teneffüsü ile ayağa kaldırılabildi. Kapitalizmi boğacak dalgalar Orta Avrupa’dan alevlendi; buradan Rusya ve Çin’i içine alarak doğuya doğru Pasifik sahillerine kadar uzandı. Ama şimdi bunalımın Pasifik’ten başladığı anlaşılıyor. Yani, eğer benzer bir bunalım çıkarsa, Avrupa için ABD gibi bir kurtarıcı da olmayacak.
Dönemsel bunalımlar
Kapitalist ekonomilerde üretim faaliyetleri, iç içe geçmiş uzun ve kısa vadeli dönemsel dalgalanmalar biçiminde gerçekleşir. Dönemsel dalgalanmalar, üretim faaliyetlerinin canlandığı canlılık dönemi ve faaliyetlerin azaldığı durgunluk dönemi olarak kendini gösterir. Canlılık döneminde üretim artar işsizlik azalırken finans piyasası değer kazanır. Tersine, durgunluk döneminde üretim azalır, işsizlik artar ve finans piyasası değer kaybeder.
Uzun vadeli dönemsel dalgalanmalar kabaca 20-25 yıllık bir süre içinde ortaya çıkar. Kısa vadeli olanlar ise uzun vadeli dalgalanmaları izleyerek 7-10 yıl sürer. Uzun ve kısa vadeli dalgalanmalar iç içe oluşur. Yani uzun vadeli dönem, aynı anda biri canlanma ve onu izleyen durgunluk dönemlerinden oluşur. Bir uzun vadeli canlanma dönemi içinde ise birden fazla sayıda kısa vadeli dalgalanmalar olabilir. Ancak bu kısa vadeli dalgalanmaların şiddeti, uzun vadeli canlanma döneminde pek hissedilmezken, uzun vadeli durgunluk döneminde etkileri daha belirgin olarak ortaya çıkar. Yani, uzun ve kısa vadeli durgunluk dönemleri üst üste geldiğinde, piyasalar tam anlamıyla çöker ve ekonomik buhranlar ortaya çıkar.
1929 buhranı, böyle bir gelişmeye denk gelir. Daha önceleri de benzer buhranlar olmuştur. Son günlerde, konut sektörünün yol açtığı durgunluğun kapitalist ekonominin uzun vadeli durgunluk dönemine denk gelmiş olması durumunda, benzer bir ekonomik buhran yaşanması ve piyasaların kilitlenmesi muhtemeldir. Ancak, kısa vadeli bunalımların izlenmesi pek olası değildir ve ekonominin böylesi duruma ne zaman düşeceği tam olarak bilinemez. Dönemsel dalgalanma süreleri de kesin değildir. Belirtilen süreler, geçmiş yıllardaki gelişmelere göre tahmin edilir. Ama yakın dönemlerde teknolojik gelişmelerin, kısa vadeli dalgalanmaları sıklaştırdığı söylenmektedir. Buna göre, kısa vadeli dalgalanmalar da 3-4 yıl gibi kısa sürelerde olabilmektedir.
Küresel kapitalist ekonominin uzun vadeli durgunluk döneminin daha da sürmesi yada tersine, 1975 yılında başladığı söylenen durgunluğun yeterli düzeyde uzun olduğuna bakılarak; ekonominin kendisini toparlamasına yetecek bir alt noktaya gelmiş olması mümkündür. Eğer bu doğruysa, işsizlik yeterince artmış, reel ücretler iyice azalmış ve işçiler artık sermayeye yeterli kar oranı sağlayacak düşük ücretlere razı gelecek demektir. Bu durum, yatırımların artması ve giderek ekonominin canlanmasına imkân verir. Belki de, günümüzde böyle bir süreç yaşanıyor olabilir ve ekonomi, işçilerin taleplerini asgari düzeye getirmiş olması ile kendini toparlayabilir. Ama tersi olursa, gelişmelerin hiç de parlak olmayacağı söylenebilir.
3. sanayi devrimi mi?
Esas olarak yedek işgücü ordusu ile sermayenin kar oranlarında sağlanan iyileşme, sistemin ancak kısa dönemli bunalımlarını atlatması için yeterli olabilmektedir. Kapitalist sistemin ortaya çıkışı ve kendini yenileyişi, sanayi devrimleri ile gerçekleştirilir. Kömür ve buharlı motor ile sağlanan 1. sanayi devrimi sonrasında atılım yapan kapitalist sistem, onu izleyen petrol ve içten yanmalı motor ile gerçekleştirilen 2. sanayi devrimi sayesinde de kendini yenilemiş ve bugünlere gelmiştir. 
Sanayi devrimleri, sermayenin işçinin artı değerine el koyması sayesine yeniden üretimi için gerekli altyapıyı oluşturur. Sanayi devrimleri ile sunulan ürün (buharlı/içten yanmalı motor) ve enerji (kömür ve petrol) üzerinde sistem her seferinde kendini  yenileyebilmekte ve bu devrimlerin ürün ve enerji bazında kapitalist üretim için üretkenliği sağlayabildiği ölçüde egemenliğini sürdürmektedir.
Günümüzde kapitalizm, ona bir hamle yapmasını sağlayacak 3. sanayi devrimini gerçekleştirememiştir. Bilgi çağı ve bilgisayar teknolojilerinin 3. sanayi devrimi olduğu savı kuşkuludur. Teknolojik devrim bağlamında sunulacak enerji ve ürün bir “teknolojik buluş” yada “yenilik” bağlamında değil, ama insanlık tarihinde bir “dönüm noktası" oluşturacak bir hamleye karşılık gelmelidir. Nitekim 19. ve 20. yüzyıl başlarında gerçekleştirilen 1. ve 2. sanayi devrimleri, insanlığın yepyeni bir çağa geçişini simgelemektedir. Sunulan enerji ve ürün üzerinde, tüm bir insanlığı derinden etkileyecek ve onlara yepyeni bir yaşam biçimi sağlayacak altyapıyı sağlamaktadır.
Ama 21. yüzyılda bilgisayar ve uzay teknolojileri, bu nitelikleri taşımaktan uzaktır. Her ikisi de bugün insanoğlunun karşı karşıya kaldığı sorunları çözümlemekten uzaktır. İnsanlık iyice açlık ve yoksulluğun pençesine düşmüştür. Yakın bir gelecekte de  insanlık için bir dönüşüm niteliğini taşıyacak yeni bir sanayi devriminin gerçekleşmesi uzak bir ihtimal olarak görünmektedir.
1929 büyük buhranı
Büyük buhran, 1929'da ABD’nin finans merkezinin çöküşü ile başlayan ve giderek tüm kapitalist dünyada ekonomilerin bunu izlemesi ile sonuçlanan en ciddi dönemsel kapitalist ekonomik buhrandır. Buhran sonrasında 1930’lu yıllar içinde bütün bankalar ile fabrikaların çoğunluğu kapanmış, milyonlarca insan işsiz kalmıştır.
Oysa buhran öncesinde ABD ekonomisi, o zamana kadar görülmemiş bir canlılık yaşamaktaydı. O dönemde özel sermaye bugün olduğundan farklı olarak, neredeyse sınırsız bir ayrıcalığa sahipti. Piyasa üzerinde çok az denetim uygulanmaktaydı. Bu durum, finans piyasalarının başına buyruk kalmasına yol açtı. Nakit kaynakları eline geçiren sermaye, kolay yoldan para kazanmayı seçti. Böyle olduğunda da, bu menkul kıymetlerin temsil ettiği şirket karlılıkları, piyasa beklentilerini karşılayamaz oldu. 1929 yılı sonlarına doğru   piyasa tıkandı. Reel sektör, finans piyasasına olan borçlarını ödeyemez oldu. ABD finans piyasası Wall Strteet’in çöküşü aniden patlak verdi. Bunun ardından etkisi tüm dünyada iflaslar ve temerrütler hızla arttı. Fabrikalar ve üretim tesisleri kapandı. İşçiler işlerini kaybettiler ve geçim derdine düştüler. 
Dar gelirliler, ellerinde ne var ne yok satmaya başladı. İşsizliğin kitlesel boyutlara ulaşması, etkisini her yerde gösterdi. İnsanlar sefilleşti ve açlık kol gezmeye başladı. İnsanların alım gücü kalmadı. İnsanlar karınlarını doyuramazken, satılamayan gıda malları denize dökülüyordu. Hiç kimse olup bitenlere inanmak istemiyor; serbest piyasa kurallarına müdahale hiç kimsenin aklına gelmiyordu. 1932’ye gelindiğinde, menkul değerler piyasası yüzde 80 değer kaybetmiş, 11 bin banka kapanmış, üretim yarı yarıya azalmış ve tüm dünyada çalışanların üçte biri işinden olmuştu. Öte yandan şimdi olduğundan farklı olarak hiçbir sosyal güvenceye sahip olmayan halk tam bir sefalete sürüklenmişti. Kentlerdeki felaket, kırsal alana da yayılmış, ürünlerini satamayan çiftçiler artık ürün ekemez hale gelmişler; ekili araziler tümüyle kaderine terk edilmişti. Geçimlerini ektikleri ürünle sağlayan köylüler de, en az kentlerde yaşayan insanların içinde bulunduğu sefaleti yaşamaya başlamışlardı.
Savaştan büyük bir ekonomik çöküş ile çıkan Avrupa ile ABD ekonomileri arasındaki ilişki oldukça yaygınlaşmıştı. ABD, artık neredeyse Avrupa’nın tek kredi sağlayan ülkesi haline gelmişti. Bu nedenle ABD’deki büyük buhranın etkileri kısa süren Avrupa’ya yayılmakta gecikmedi. Şimdi ABD finans piyasası çökmüştü ve Avrupa’ya verdikleri kredileri geri istiyorlardı. Bu durum, zaten güç bela ayakta olan Avrupa için ikinci bir darbe oldu. Savaştan ekonomileri tahrip edilmiş olarak çıkan İngiltere ve Almanya bundan en çok etkilenen ülkeler oldular. 1932 yılında Almanya’da işsizlik yüzde 40 dolaylarındaydı. Savaşın galibi İngiltere idi, ama yine de sanayi sektörü ve ihracat ciddi darboğaz içindeydi.
1929 ilk küresel buhran
1929 buhranı öncesinde de benzer nitelikte ciddi buhranlar olmamış değildir; ancak bu seferki buhranın etkisi, tüm dünya çapında hissediliyor olması nedeniyle diğerlerinden ayrılır. Bundan öncekilerde ekonominin çöküşü dünyanın belli bir yöresinde yer alan ekonomileri kapsayacak ölçüde ortaya çıkmış, bundan sonra diğer ülkeler kendilerine ders çıkarmışlar ve bunalıma düşen ülkelerdeki hatalarından sakınmayı ve bunalımı kısmen hasarsız atlatmayı başarmışlardı. Ancak 1920’ler sonrasında yaşanan gelişmeler, kapitalist ülkeler arasında yakınlaşmaya yol açtı. Birinci dünya savaşında Avrupa, büyük ölçüde ABD'ye muhtaçtı. Bu durum, uluslar arası ticaretin de yaygınlaşmasına yol açmıştı. Dünya giderek tek piyasa haline geliyordu.  -
Büyük buhranın ortaya koyduğu çarpıcı bir gerçek daha vardı. İdeal serbest piyasa koşulları, sadece ideal koşullarda işliyordu. Bir  sıkıntı doğmuştu ve hiç kimse olup bitenlere inanamıyordu. Piyasalar bir bunalım koşullarının üstesinden gelecek esnekliğe sahip değillerdi. Fabrikalar kapanır ve milyonlarla insan sokağa atılırken, insanlar karınlarını bile doyuramamakta, yatağa aç girmekteydiler. Kendisine hiçbir el uzatanın olmadığı kapitalist toplumlarda insanların hayatları heba edilmekteydi. Kimse bundan sonra ne yapılması gerektiğini bilmiyordu.
Keynesçi Yeni Düzen
Kapitalizmin acımasız yüzü ile karşı karşıya kalan insanlar hızla komünist ideallere yaklaşmaktaydı. Avrupa’da komünist fikirler hızla yayılmakta, sistem kendini korumak için faşizme yönelmekte ve tüm Avrupa ülkelerinde devlet tarafından beslenen faşist çeteler komünistlere saldırmaktaydı.
Batıda böylesi felaketler yaşanırken,  Sovyetler bunalımdan hiç etkilenmemişti. Herkesin bir işe sahip olduğu bu ülkede hızla planlı ekonomik kalkınma yoluna girilmekteydi ve her geçen gün her alanda yeni hamleler yapılmaktaydı. -
1932 yılında ABD’de F. Roosevelt başkan seçilir. Yeni başkan Yeni Düzen doktrinini açıklar. Buna göre, ekonomide serbest piyasa dönemi geride kalmıştır. Devlet öncü rol almalı, sistemi çöküşe götüren serbest ekonomi uygulamasından vazgeçilmeli, işçi sınıfı korunmalı ve devlet sosyal güvenlik sistemini üstlenerek halkın ihtiyaçlarını bizzat karşılamalıydı.
Batılı ülkelerde milyonlarca işçinin çorba dağıtımı kuyruğuna doluştuğu veya açlık sınırında para ile çalıştırıldığı koşullar altında, 1930’lu yıllarının sonlarına gelinmişti ve sermaye için işçilik maliyetleri görülmedik düzeye düşmüştü. İşçi ücretlerinin dibe vurduğu noktadan itibaren iş piyasasında toparlama belirtileri ortaya çıktı. Şimdi Sovyetler Birliği’ne öykünen Keynes’çi anlayış doğrultusunda geliştirilmiş Yeni Düzen yürürlüğe sokulmuştu. Devletin denetiminde ve özellikle yeniden canlandırılan savaş sanayisi sayesinde piyasalarda bir toparlanma gözlendi.
Bu arada işçi işçi sınıfı da kendisine böylesi sefaleti tattıran kapitalizmi yıkma kararlılığı ile harekete hazır beklemektedir. İkinci dünya savaşı başladığında, hala daha Avrupa’da işsizlik yüzde 15 seviyelerindedir. Ne var ki, sefer Alman ve Japon faşizminin dünya çapındaki yükselişinin kırılması zorunluluğu, dünya çapında devrimci yükselişin ertelenmesine yol açmıştır.
Savaş, hızla silah üretimine başlayan fabrikalar sayesinde işsizliğe bir anda son verir. Geri kalan işsizler ise orduya alınır. Bundan sonra kapitalizmde artık serbest piyasa anlayışı geride kalır. Bu anlayış günümüzde gemi azıya almış yeni liberalizm için de geçerlidir. Bundan sonra piyasanın devlet denetimine sokulması ve çeşitli kamu programları çerçevesinde işsizliğin kollanması esaslarını içeren yeni ekonomik doktrin Keynes’çilik olarak anılır hale gelir.
Keynes, son buhranda görüldüğü gibi, devletin piyasada kamu harcamaları aracılığı ile talep yaratmaması durumunda serbest piyasa ekonomisinin her zaman aynı felakete yol açacak tehlikeleri barındırdığını kanıtlamıştır. Keynes, aç insanın kabul etmeyeceği kadar düşük ücretin olamayacağını söylemesi ile ünlüdür. Bu nedenle, piyasayı kontrol etmez ve bir “güvenlik ağı” oluşturmazsa, yoksulluk ve sefaleti önlemek mümkün olmaz. Keynes’e göre, piyasa kendi başına bir ekonomik büyümenin sağlanmasına yetecek altyapıyı oluşturamaz. Bunu devletin üstlenmesi gerekir.
Keynes’in söylediklerine kulak verilmesi ve önerilerinin uygulamaya sokulması sayesinde kapitalist sistem, büyük buhranı atlatmayı başardı; ama Avrupa'da komünist ideallerin yerleşmesine, tüm işçilerin komünist parti sempatizanı ve üyesi olmasına ve sendikalarda bir araya gelmesini engelleyemedi.
Belki bu süreç, günümüzde geri adım atmış görünüyor. Ama komünistler bunu tersine çevirmek için yeterli çaba göstermiyor olsalar de, günümüzde yaşananlar, tarihin onları görevlerini ihmal etmemeleri için kapılarını bir kez daha çalacağını açıkça gösteriyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder