23 Aralık 2012 Pazar

Komintern ve Enternasyonalizm - II

Sosyal Faşizm
Komintern’in, şimdiye kadar en çok eleştirilen ve sosyal demokrasiyi sosyal faşist olarak tanımlayan görüş, ilk defa Stalin tarafından ortaya atılır. Faşizm ile ilgili yaptığı tanımlamada Stalin, onun burjuvazinin bir savaş örgütü olduğunu söyler. Sosyal demokrasi ise, nesnel olarak faşizmin ılımlı kanadıdır. Burjuvazi, sosyal demokrasinin aktif desteği olmaksızın, mücadelesinde başarılı olamaz, ülke yönetiminde başarı elde edemez. Faşizm ve sosyal demokrasi, birbirine dayanır ve birbirinden güç alır. Faşizm, emperyalizm döneminde, proletarya devrimine karşı mücadele için düzenlenen iki temel örgütlenmenin siyasal bloğudur. Burjuvazi, böyle bir blok olmaksızın iktidarını sürdüremez.

Komintern, Stalin’in sosyal demokrasi için geliştirdiği sosyal faşizm tezini 1932 yılında düzenlenen icra komitesi oturumu sonuç bildirisinde resmi görüşü olarak yayınlandı. Bu bildiride, Avrupa’da burjuvazinin faşist savaş birlikleri oluşturduğu, bu doğrultuda Almanya’da imparatorluk ordusu, çelik miğfer ve nasyonal sosyalist birliklerin ortaya çıktığına değinilir. Genel olarak Avrupa’da faşizme bu ortamı sosyal demokrasi ve merkez partileri hazırlamıştır.

Komintern, gerek faşizmin ve gerekse sosyal faşizmin (sosyal-demokratlığın) kapitalizmin burjuva diktatörlüğünün ayakta tutulması ve sağlamlaştırılması için ortaya atmıştır. Çünkü, esas olarak burjuvazi, içinde düştüğü bunalım ile ne yapacağını şaşırmıştır. Sosyal demokrasi, burjuvaziye yol gösterir, burjuva diktatörlüğünün “demokratik tarzlarla” maskelenmesini önerir, onun parlamenter biçimini savunur.[6]

Sovyetler Birliğinin Savunulması
Stalin, 1927’de yaptığı bir konuşmada, sadece kim Sovyet Rusya’nın koşulsuz olarak desteklenmesini onaylıyorsa, onun enternasyonalist ve devrimci olduğunu söyler. Stalin’e göre, artık enternasyonal düzeyde karşı karşıya kalınan en büyük sorun Sovyetlerin kayıtsız şartsız savunulmasıdır. O halde devrimcilerin görevi, bu konuda hiç bir koşul öne sürmeden Sovyetleri desteklemek olmalıdır. Bu aynı zamanda enternasyonalist bir devrimci tutumdur, çünkü Sovyetler, bütün dünyadaki devrimci hareketin temelidir.
Stalin’in böyle söyleyerek, Komintern’in konumunu açıklıkla ortaya konmasına imkan sağlıyor. Stalin’in bu konuşması, Sovyetler’de parti içi muhalefetle çekişmenin en yoğunlaştığı döneme denk gelmektedir ve bu durumu Sovyetlerin varlığı veya yokluğu ile eşdeğer görür veya bu şekilde sunar. Bu nedenle de, Sovyetlerin savunulması, Stalin’e göre artık tüm dünya devrimcilerini ilgilendiren enternasyonal devrimci görev niteliğini kazanmaktadır.

Komintern içinde Sovyetler’in yürüttüğü enternasyonal devrimci mücadele, bundan sonra Stalin’in bu yaklaşımı çerçevesinde belirlendi. Gerçekte, Komintern’in kurulduğu ilk günden bu yana, her bakımdan Sovyetler’in hakimiyeti ve Sovyet liderlerinin yönlendirmesi altında bulunuyordu. Ama, artık bu yönlendirmenin tam anlamıyla Sovyetler Birliği ekseninde olacağı resmen açıklanmış oluyordu.

Sovyetler Birliğinin savunulması, elbette, bütün devrimcilerin enternasyonal görevleri arasında yer alıyordu. Ama böyle olmasına karşın, sorunun Stalin’in ortaya koyduğu biçimde ele alınışında her şeye karşın bir tuhaflık olduğu söylenebilirdi. Yine Stalin’in sözleri ile, Sovyetlerin korunması ne kadar önemli idiyse de, Sovyetler birliği dışında bir başka ülkede komünist işçi hareketinin korunması ve yükseltilmesi de aynı derecede önemliydi; özellikle de bir Avrupa devrimine yol açabilecek nitelikte işçi hareketinin yoğun olduğu ülkeler için bu böyleydi. O halde, enternasyonal mücadele bakımından ele alındığında, Sovyetler Birliğinin korunması, zincirin halkalarından birini oluşturmalıydı.

Tek Ülkede Sosyalizm
Köylülük öteden beri Sovyetler Birliğinde başlı başına bir sorun olmayı sürdürdü. Kapitalizmin azgelişmiş niteliğini yansıtan tarım ekonomisindeki geleneksel yapının korunması, en başta ülkenin büyük bir çoğunluğunu oluşturan köylülük sorununun sürekli gündemde kalmasına yol açmıştı. Devrim sonrasında da Sovyetler Birliğinde tarım ve köylülük sorunu güncelliğini korumayı sürdürdü. Devrimin hemen sonrasında köylüler (orta ve zengin köylüler) proletarya iktidarına direniş gösterdiler, kent-kır çelişkisinin derinleştiği belirli dönemlerde köylülüğün gösterdiği direniş ve ürünlerin pazara sürülmemesi, kent merkezlerinde yiyecek kıtlığı ve açlık tehlikesine yol açtı. Sovyetler Birliği’nin ilk günlerinde köylülerin bu direnişi, bir kez daha dikkatlerin köylü sorununa çevrilmesine yol açtı.Troçki, Rusya’da proletarya ile köylülük arasında bütün bu bitmez tükenmez çelişkinin uzlaşmaz nitelikte olduğunu söylüyor; bunun üstesinden gelinebilmesi– proletaryanın köylü ittifakına mahkum olmaktan kurtarılması- ve devrimin ayakta kalabilmesinin ancak dünya proletaryasının devrimine bağlı olduğunu ileri sürüyordu.

Stalin ise böyle düşünmüyordu. Lenin’in proletarya diktatörlüğü tanımı içinde proletarya ile tarımda emekçi kesimlerin ittifakını yer aldığını ileri sürüyor, bu ittifakın proletarya devrimi ve onun sürdürülmesi için kaçınılmaz olduğunu söylüyordu. Hem, dünya devrimi gecikebilirdi. O zaman proletarya devriminin kendine bir çıkış yolu bulması gerekecekti.

Stalin’e göre gerçekte “sürekli devrim” tezini ortaya atmakla Troçki, köylü hareketinin devrimci potansiyelini göz ardı etmişti. Köylü hareketinin devrimci potansiyelini göz ardı etmek, gerçekte Leninist proletarya diktatörlüğünü inkar etmekti. “Sürekli devrim” kuramı, bir tür Menşevik; yani devrimin somut koşullarını görmezlikten gelmekti. Çünkü Ekim devrimi, Avrupa’da ve dünyada, kapitalizmin emperyalist aşamasına özgü eşit olmayan gelişme yasanın ön plana çıktığı dönemde gerçekleşmişti.[7]

Lenin, emperyalizmin bu gelişimi içinde proletarya devrimini mümkün kılacak sonuçlar çıkarmıştı. Emperyalist ülkeler arası eşitsiz gelişme ve rekabetin artması, bu ülkelerde devrimci hareketlerin yükselmesine elverişli ortam yaratmaktaydı. Bu nedenle, tek tek emperyalist ülkelerin proletarya devletine karşı kuracağı cephenin kırılması mümkün olabilirdi. Bu cephenin kırılabileceği en olası durum da, emperyalist halkanın en zayıf olduğu; yani emperyalist güçlerin en alt düzeyde olgunlaştığı ve devrimin en çabuk yaygınlaşabileceği ülkeler olabilirdi. Bu bakış açısından ele alındığında, diğer emperyalist ülkelerde kapitalizm hüküm sürmesine karşılık sosyalizmin tek ülkede varlığını sürdürebilirdi.[8]

Stalin’e göre, kapitalizmin tümüyle kaldırılması ve sosyalizmin kurulması ve güçlendirilmesi mücadelesinde proletarya diktatörlüğünün gücü, proletarya ile köylü emekçilerinin ittifakı olacaktı. Lenin de bunu çok açıklıkla belirtmişti. Ayrıca Lenin’e göre, Rusya’nın proletarya devrimini mümkün kılacak özgün bir konumu vardı. Sovyet devrimi, emperyalist savaşın son derece yıprattığı işçi ve köylü kitleleri bir araya getirilebilirdi.

Stalin’e göre, sosyalizmin emperyalizmin en zayıf halkasını oluşturan Rusya’da gerçekleştirilebilmesi mümkündür. Sosyalizmin kurulması ile birlikte muzaffer proletarya kapitalist dünyanın geri kalan ülkelerine karşı, proletarya ve sömürülen sınıfların yükselen silahlı hareketine güvenerek karşı durabilir. Bir bakıma, sosyalizmin dünya çapında yaygınlaşması, ancak sosyalizmin kurulduğu Rusya’da gösterilecek bu dirençle sağlanabilir.

Stalin klasik Marksist anlayışın enternasyonal dünya devriminin gelişmiş ülkeler proletaryası tarafından gerçekleştirileceği, sanayisi gelişmiş bir ülkede sosyalizmin kurulma olasılığının daha fazla olduğu ve hatta az gelişmiş kapitalist ülkelerde sosyalizmin mümkün olamayacağı görüşü üzerinde durur. Ancak ona göre bütün bunlar temelde oportünist görüşlerdir; Lenin tarafından geliştirilen emperyalist ülkelerde eşitsiz gelişme kuramı, bu görüşlerin oportünist niteliğini sergiler, sosyalizmin tek ülkede, bu ülke kapitalist açıdan az gelişmiş olsa bile, mümkün olduğunu ortaya koyar. Marx’ın proletaryanın enternasyonal devrimi ile ilgili görüşlerini dile getirdiği 1870’li yıllarda, Avrupa’da hiç bir ülkede proletarya çoğunlukta değildir. O halde, proletaryanın çoğunluğu sözü ile, bir ülkedeki işçi sınıfı ve köylülüğün büyük bir çoğunluğu kastediliyor olmalıdır. Bu iki kesimin birbirleri ile ittifaka girmeleri ile (burjuva) demokrasisi kararsız hale gelir ve sosyalist devrim mümkün olur[9].

Stalin, Lenin’in devimci kuramının yalnızca tek ülkede sosyalizm ile sınırlı olmadığını söyler. Lenin’e göre, tek ülkede sosyalizm yetmez; proletarya tek ülkede sosyalizm ile yetinmekle kalmaz, ama bunu proletaryanın bütün ülkelerdeki devrimi için bir başlangıç görür. Rusya’da tek ülkede emperyalizmin eşitsiz gelişmesi ve giderek gerilemesi sonucu ortaya çıkan sosyalizm, aynı zamanda bir dünya devrimi için önkoşul niteliğindedir.

Görüldüğü gibi, daha önce sosyalizmin “gelişmiş” ülkelerde olgunlaşacağı belirtiliyordu. Şimdi bu durum tamamen değiştirilmiştir. Bugün Almanya işgal edilmiş durumdadır. Emperyalist ülkeler, bu şekilde kazandıkları zaferlerini kendi ülkelerinde sömürülen sınıflara belli tavizler vermek için kullanmakta, burada belli bir şekilde sosyal barış ortamı yaratılarak devrim hareketi geciktirilmektedir. Yine esas olarak emperyalist savaş nedeniyle Çin, Hindistan gibi doğu ülkeleri tümüyle yerinden oynamış durumdadır ve genel olarak Avrupa çizgisi içine çekilmişlerdir. Avrupa’daki emperyalizm, doğrunun kaçınılmaz olarak komple dünya devrimine yol açacak bunalıma itilmesi ile sonuçlanmıştır.

Bütün bunlardan sonra Stalin, şu sonuçlara varır: Tek ülkede sosyalizm, elbette diğer ülkelerdeki proletaryanın katkıları olmaksızın düşünülemez; aynı şekilde tek ülkede sosyalizmin kurulması, diğer ülkelerdeki proletarya devrimi için de etkili bir destek sağlayacaktır. Gerçekte, tek ülkede emperyalizm denizi içinde sosyalizmin kurulması, aynı zamanda dünya devrimini sürecinde bir başlangıç oluşturacak nitelik taşır. Bu nedenle, tek ülkede sosyalizmi kurmaya yönelik Ekim devriminin enternasyonal niteliğini görmek gerekir.[10]

İspanya İç Savaşı
1930’lu yılların başlarında yükselen işçi sınıfı hareketi ve yaygınlaşan grev hareketleri sonucunda İspanya’da devrimci ve gerici güçler arasındaki gerginlik tırmanmaktaydı. 1936 yılı Şubatında sol partilerin desteklediği Halk Cephesi seçimleri kazandı. Ama gericilerin desteği ile harekete geçen faşist ordu, halk cephesi hükümetine karşı isyan başlattı.İspanya’da solcu hükümet ile gerici falanjist ordu ve onu destekleyenler arasında iç savaş başladı. İspanya iç savaşı, İspanya sınırlarını aşarak tüm dünyayı içine alan bir etki yarattı. Dünya çapında bir çok insan, İspanya İç Savışını özgürlük ve faşizm, sosyalizm ve kapitalizm arasındaki enternasyonal mücadele olarak algıladı. Bir çok ülkeden almış binin üzerinde özgürlük savaşçısı Halk Cephesi Hükümetini desteklemek için İspanya’ya Cumhuriyetçilerin yanında savaşa katıldı. Ama Avrupa’da faşizm yükselmekteydi; geliştirdiği en son ölüm makinelerini İngiltere ve Fransa’nın gözleri önünde İspanya’nın meşru hükümet taraftarlarını boğmak için kullandı: İspanya iç savaşı, bir milyona yakın insanın katledilmesi ile sonuçlandı. Aslında bu savaş, kapitalist sistem ile sosyalist sistemin uluslararası düzeyde ciddi olarak ilk defa karşı karşıya geldiği ve karşılıklı güçlerin sınadığı bir meydan savaşı oldu. İspanya İç Savaşı, enternasyonal dayanışmanın ilk örneklerinden biri olarak tarihe geçti, ama uluslararası devrimci güçlerin henüz bir tarih yazacak güçleri olmadığı da kuşkusuz ortadaydı.

Öte yandan, Komintern açısından İspanya İç Savaşı, çok önemli bir dönüm noktasıdır. Komintern, tüm Avrupa çapında Sovyet tipi devrim modelini yerleştirmek için son düzeltmeleri yaptığı bir sırada, İspanya Halk Cephesi, Ekim 1917 Bolşevik devrim çizgisi dışında devrim modelini olarak ortaya çıkmaktadır. Sovyet deneyi, Marksist Leninist çizgiyi izleyenlerin etkisindedir. Oysa İspanya’da durum bundan farklıdır. İspanya’da aralarında komünistlerin de bulunduğu, ama onların hakim güç olmadığı, esas olarak başta anarşistler olmak üzere çok geniş bir siyasi cephe içinde yer alan bir birlik anlayışı izlenmektedir. Bu birliğin içinde Bolşevik siyasi örgütlenme ve mücadele anlayışına yakın olanlar kadar, bu tür katı ve merkezi disipline dayalı örgütlenmesi inkar eden, ve hatta Sovyetler’in herhangi bir şekilde katkı, yardım, vs. kabul etmeyen gruplar yer almaktadır.

Komintern, özellikle Halk Cephesi içinde Troçkistlerin varlığından çok rahatsızdı. Komintern’e göre Troçkistler, Franko çıkarlarına savunan, Halk Cephesini bölmeye çalışan, Sovyetler aleyhinde karşı-devrimci iftira kampanyası sürdüren, İspanya’da faşizmin yenilmesini önlemek için her aracı kullanan, mümkün olan bütün entrikaları ve demagojik hileleri ortaya süren, faşizmin ajanları idiler.[11],[12]

Komintern içinde İspanya ile ilgili ikinci sorun, bir bakıma Fransa’daki durum ile benzer özellik taşımaktaydı. Fransa’da olduğu gibi, İspanya’da da proletarya, uzun bir sendikal mücadele geçmişine sahipti. Proletarya için sınıf mücadelesi ile sendikal mücadele özdeşleşmiş gibiydi ve sendika yerine partinin konması, üstelik sendikaların partilerin organları haline getirilmesi düşünülemezdi. Bu durum, Sovyetlerin geliştirdiği ve Komintern aracılığı ile dünya devrimi için komünist partilerin Bolşevikleştirilmesi yolu ile yaygınlaştırılmaya çalışan Leninist parti ve devrim modeline ters bir durumdu.

Sovyetler – Çin Uyuşmazlığı
Sovyetler ve Çin arasında nispeten uyumlu bir biçimde sürdürülen ilişkiler, Kruçev’in ABD ile 1959 yılından itibaren “barış içinde bir arada yaşama” politikası çerçevesinde görüşmelere başlaması ile kesintiye uğradı. 1960 yılında Kruçev, Çin’de bulunan uzmanlarını geri çekti, Çin’in müttefiki Arnavutluk ile polemiğe girdi ve bu çerçevede oluşan uzlaşmazlık, dünya çapında bütün Komünist partilerinde bölünmeye kadar vardı.

İki komünist ülke arasındaki anlaşmazlık konularının başında, tek ülkede sosyalizm kavramı vardı. Buna göre Sovyetler, işçi sınıfının enternasyonal mücadelesi davası için bütün dünyada komünist partilerin Sovyetler’i desteklemeleri gerektiği tezini savuna gelmekteydi. Ancak zamanla Çin, İtalya ve hatta İngiltere’de bile komünizmin mümkün olduğu düşünüldü. Komünist partileri, 1950’lerden sonra “Sosyalizm’e Doğru” adlı ulusal programlar çerçevesinde Avrupa Komünizmi görüşünü benimsediler. Bir başka anlaşmazlık konusu, SBKP 20. Kongresi ile bağlantılıydı. Çin’de Stalin’e karşı başlatılan kampanyadan rahatsızlık duymakta, bunun komünist ülkelerde istikrarsızlığa yol açacağını düşünülmekteydi.

Ama en önemli anlaşmazlık konusu, kuşkusuz her iki ülke arasındaki ekonomik yapısal farklılıklar ve bu nedenle komünizme farklı bakış açlarına sahip olmalarıydı. Çin, esas itibarı ile köylülüğe dayalı ve ekonomisi Sovyetler’e kıyasla çok daha geri düzeydeydi. Çin devriminin temel gücü köylülüktü. Sovyetler ise o yıllarda ağır sanayide belli bir düzeye ulaşmış, şimdi de barış sloganı altında Batı ile yumuşama siyasetine girerek ticari ilişki kurmayı düşünüyordu. Ekonomik güçler arasındaki farklılık, uluslararası siyasete de yansıyor, Çin, Sovyetlere kıyasla kendini daha fazla emperyalist tehdit altında görüyordu. Kore, Vietnam ve Formoza içindeki uzantıları onun için ciddi tehdit oluşturuyordu.

Bütün bu farklılıklar, Çin’in Sovyetler’den farklı bir yol izlemesine neden oldu. Çin’in karşı karşıya kaldığı sorunlara Stalinizm’in daha sola yakın yorumu niteliğindeki Maoizm ideolojisi geliştirdi. Buna göre, Sovyetler, artık bir kapitalist devlet sayılabilirdi. Maoizm Çin devriminin özünde ulusal demokratik devrim olduğunu duyurdu. Artık Sovyetlerin sosyal emperyalist devlet olduğu ileri sürülüyor ve Kruçev’in bir kapitalist revizyonist olduğu söyleniyordu.  Sovyetler Birliği karşıtı tutum giderek sertleşiyor ve onun işçi sınıfı için emperyalizmden daha tehlikeli olduğu bile söyleniyordu. Buna gerekçe olarak Sovyetler’de üretim ilişkilerindeki değişiklik yanı sıra, devletin niteliğinin de değiştiği gösterilmekteydi.

Çin ve Sovyet anlaşmazlığı, uluslararası düzeyde ulusal kurtuluş hareketlerinde Çin ve Sovyet yanlısı olarak ikiye bölünmesine yol açtı. Bu durum, ABD emperyalizminin işine yaradı. Bunların en ilginç yansımalarının başında, Sovyet yardımlarının Vietnam’a hiç bir zaman ulaşmamasıydı; çünkü bunun yolu Çin üzerinden geçiyordu.

Çin lideri Mao, devrimin tümüyle farklı bir çizgide gelişmesi üzerinde ısrarlıydı. Ona göre sosyalizm, komünal düzeyde kurulacak, bunun için kırsal kesimdeki komünlerde kendine yeterli nitelikte çelik üretim tesisleri ve hafif sanayi olacaktı. Bunu sağlamak için de kent işçileri ve profesyonellerin kırsal kesime giderek “sosyalizmi köylülerden öğrenmeleri” istendi. Bu amaçla benimsenen İleriye Atılım[13] politikaları, 1962 yılında 30 milyon insanın ölmesine yol açan açlık ile sonuçlandı.

Çin-Sovyet uzlaşmazlığı, nedenleri veya sorumluları ne olursa olsun, bütün komünist partiler içine benzer polemiğin ortaya çıkmasına ve bunun sonucunda komünist hareketin büyük bir yara almasına yol açtı. Oysa, Marksist Leninist partilerin komünist harekette başarılı olabilmelerinin şartlarından biri, kolektif dayanışma ve enternasyonalizme bağlılıktı. Bu hiç partilerin yerel ve uluslararası olaylara farklı bir anlayışla yaklaşımına engellemek oluşturmazdı. Partiler arasında işçi sınıfı hareketi ile ilgili farklı bir yaklaşım kesinlikle kardeş partiler arasında bir gerginlik ve suçlamaya yol açılmamalıydı.
____________

[6] Komintern’in Stalin’in sosyal faşizm kuramını benimsemesi kimi çevrelerce kıyasıya eleştirildi. Bunlara göre, Stalin’in bu “sol” tavrı, kapitalist sistemin parlamenter ve faşist yanı arasında ayrımı görmezlikten gelinmesine yol açtı ve Avrupa’da faşizmin yükselmesine imkan yaratılmış oldu. N. Poulanzas’a göre, Marx ve Engelsin Bonapartizmi, yani 19.yüzyıl faşizmini kapitalizmin devlet tipi olduğunu ve onun karakteristik özelliği olarak değerlendirmeleri hiç de masum bir davranış değildi. Engels’in Bonapartizmi burjuvazinin dini olarak betimlemesi de çok yanlıştı. Poulanzas, farklı burjuva devlet tipleri arasında fark olduğunu ileri sürer. Almanya’da hem Weimar Cumhuriyeti, hem de Nazi devleti kapitalist sınıf devletleriydi. Ama hiç kimse ilkindeki parlamenter meşruiyetin halka daha yakın olmadığını ileri süremezdi. Oysa, Alman Komintern-Marksizmi, bu ayrımı göremedi. Sosyal demokratları sosyal faşist olarak değerlendirerek onları geniş halk cephesi içine çekilememesi nedeniyle Alman sosyal demokrasisinin ihanete varan yanlışlığa düşmesine yol açtı ve Hitler faşizmi, ciddi bir engelle karşılaşmaksızın duruma hakim oldu.

Burada Poulanzas ve onun gibi düşünenlerin değerlendirmesinin yüzeysel olduğuna değinmek gerek. Bu değerlendirme, insanlığın yüz karası faşizmin yaptıklarını unutturmaya çalışır gibidir. Unutulan bir başka şey de, siyasi ve ideolojik mücadelenin birbirinden çok farklı özellilerde olması gerektiğidir. Stalin’in sol yaklaşım olarak değerlendirilen tezi, gerçekte Engels ve Marx’ın Bonapartizm için söylediklerinin o zamana uyarlanmış bir biçimidir. Savaş harcamalarına onay vererek Alman militarizmini destekleyen, ufukta görünen proletarya devrimini engellemek çabası içinde ilk önce R. Luxemburg ve K. Liebneckt, daha sonra da Alman Komünist Partisi’nin önde gelen iki lideri, L. Jogiches ve E. Levine’i öldürenler sosyal demokratlardı. Komintern Poulanzas ve onun gibi düşünenlerin tersine, ideolojik düzeyde sosyal demokratların ihanetlerini sergilerken siyasi düzeyde ise sürekli birleşik cephe oluşturmasını desteklemekteydi.

[7] Rusya devrimi, kapitalist sistemin çok ciddi bir bunalım içine girdiği, bunun sonucunda kapitalist ülkeler arasında çıkar çelişkisinin insanlığın mahvına yol açabilecek düzeyde dünya çapında bir yıkıma yol açacak seviyeye geldiği olağanüstü koşullarda ortaya çıktı. Bu koşullar altında devrimci dalga salt Rusya’yı değil, özellikle de tüm Avrupa’yı içine almıştı. Savaş sonrasında kapitalizmin çöküşün eşiğine gelmesi insanları yeni bir arayış içine itmişti. Macaristan, Bavyera ve Slovakya kendi geçici Sovyetlerini kurmuştu. İtalya’da işçiler fabrikaları ele geçirmişlerdi. Fransa’da ise donanma isyan bayrağını çekmişti. Almanya ve Avusturya proletarya devrimi arifesindeydi. Kapitalizm kendi derdine düşmüştü ve Sovyet devrimini boğma doğrultusunda ciddi bir tehdit oluşturamazdı. Bütün bu gelişmeler bakımından, Stalin’in Troçki’yi o dönemde tek ülkede sosyalizmin kuruluşuna olanak verecek koşulları tümüyle görmezlikten gelmekle suçlamasında haklılık payı var. Ama aynı şey, Troçki’nin sürekli devrim tezini de desteklemiyor değil. Kapitalizmin bunalımı ile içine düşülen boşlukta devrimin sınırlarını genişletme çabası belki Sovyetleri yalnızlıktan kurtarabilirdi.   

[8] J.V. Stalin, The October Revolution and the Tactics of the Russian Communists, First Published:December 1924 as a Preface to the book On the Road to October Source: Problems of Leninism, by J.V. Stalin, Foreign Languages.

[9] Stalin, a.g.e.

[10] Trokçi, Stalin’in “Tek Ülkede Sosyalizm” tezine karşı 1930 yılında Sürekli Devrim tezini ortaya atar. Troçki, 10. Tezinde, sosyalist devrimin ulusal sınırlar içinde tamamlanmasının olanaksız olduğunu savunur. Bunun temel nedeni, kapitalist toplumda üretici güçlerin artık o ülkenin sınırları ile çizilmediği, bu güçlerin uzlaşmaz yönde emperyalist savaş, uzlaşma yönünde ise Birleşik Avrupa ütopyasını yaratmasıdır. Bu nedenle, sosyalist devrimin başlaması, gerçekleşmesi ve sürmesi de uluslararası düzeyde olmalıdır. Böyle ele alındığında, sosyalizm için olgun veya olgun olmayan ülke kavramı ortadan kalkar. Geçiş süreci farklı olabilir, ama bu o kadar önem taşımaz. Bu bağlamda, Rusya için şunları söyler: Köylüleri birleştirecek ve iktidarı alacak proletaryası olmayan ülkede sosyalizm mümkün olmaz. Eğer böyle bir sürece girilmişse bile, bunu geleceği, ulusal düzeyde değil, uluslararası sosyalist devrimin gelişmesine bağlıdır.” L. Troçki, Sürekli Devrim, Köz Yay., Kasım 1976, s. 192-93.

[11] III. Enternasyonal, Belgeler, Belge Yay. 6., Ekim 1979, s. 246.

[12] İspanya’da Cumhuriyetin faşizmin çizmesi altında ezilmesi, İtalya ve Almanya’nın geniş çapta isyancıları desteklerken, aynı düzeyde destek sağlamayan Sovyetler’in eleştirilmesine yol açtı. Kuşkusuz, faşizmin topyekun saldırısını karşılamaya hazırlanan olan Sovyetlerin o dönemdeki güç dengesinde bunu yapabilmesini beklemek zordur. Ama Troçkistler için yapılan bu eleştiri, anarşizmin de hatırı sayılır etkiye sahip olduğu İspanya’da Sovyetler’in böyle bir yardım mümkün olsa bile, bunu bir kez daha düşüneceklerini göstermektedir.

[13] Çin yetkililerine göre bu, ekonomik gelişme doğrultusunda militan bir yaklaşımı ifade eder. 1958 yılında ÇKP tarafından başlatılan bu kampanya, yeni bir sosyalist inşa programı niteliğindeydi. Ama bu esas olarak Sovyetler’in Çin’e yaptığı ekonomik, mali ve teknik yardımlarında bir belirsizlik dönemine girilmesi ile bağlantılıydı. Bu atılım içinde kırsal komünler oluşturma fikri temel alınmıştı. 50’li yılların sonlarına doğru binlerce ailenin yer aldığı komünler içinde çok sayıda tarımsal üretim kooperatifi oluşturulmuştu. Her bir komüne ait üretim araçları tek bir kontrol altında bulunuyordu. Her bir komün tarım, küçük ölçekli üretim (örneğin, ünlü pik demir fırınları), okul, pazar, yönetim ve yerel güvenlik bakımından özerkti. Komünde ortak mutfak, toplantı salonları ve kreşler bulunuyordu. Komünler, bir bakıma aile kavramına ciddi bir saldırı niteliğindeydi; hatta bazı komünlerde model niteliğinde geleneksel çekirdek aile yaşam tarzına alternatif olarak büyük yurtlar içinde yaşam tarzı denenmiş, ama bunlardan vazgeçilmişti. Bu sistemin oluşturulmasında sulama sistemleri ve baraj gibi tarımsal kalkınma yanı sıra eşzamanlı olarak sanayide hızlı bir gelişme için ilave işgücü sağlanması amaçlanmıştı. Ama kısa bir süre sonra halktan gelen tepkiler ve açlık tehlikesinin baş göstermesi sonucunda bu atılımın başarısız olduğu kabul edilecekti.
 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder